Google Adsense

Haruki Murakami | Koşmasaydım Yazamazdım

Bu blogu sık takip edenler ya da goodreads'te okuduklarımı inceleyenler bilirler ki Murakami'yi çok severek okuyorum. Geçtiğimiz günlerde de hızlıca Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım adlı kitabını okudum. Kitap hakkında genel bilgiyi ve bu kitaptan vurgulamak istediklerimi aşağıda paylaşıyorum.


Haruki Murakami'den bir tutku olarak koşmak ve bu tutkuyla terbiye edilen yazma eylemi üzerine eşsiz bir metin... "Murakami Bey, insan sizin gibi sağlıklı bir yaşam sürünce zamanla roman yazamaz hale gelmez mi?" Arada sırada insanlar bu soruyu sorar bana. Roman yazmak, sağlıksız bir eylem; yazar olan kişi de sağlıklı olmak dediğimiz çemberden uzak bir yerde, mümkün olduğunca sağlıklı denemeyecek bir yaşam sürmek zorundaymış gibi. Biz roman yazmaya çalıştığımızda, insanlığın temelinde bulunan zehir gibi bir şeyi istemesek de çekip çıkarır, görünür kılarız. Yazarlar az çok bu zehre maruz kalır. Bu zehir işin içine girmediği sürece, gerçek anlamda yaratıcılık eylemi ortaya konulamaz çünkü (tuhaf bir benzetmeyle söyleyeceğim ama balon balığının zehirli kısmının aynı zamanda en lezzetli kısmı olmasıyla tıpatıp benzeyen bir durum galiba). Ama gerçekten sağlıksız olan şeylerle uğraşmak için insan mümkün olduğunca sağlıklı olmak zorundadır. Bu, benim tezim. Yani sağlıksız bir ruh bile, yine sağlıklı bir vücuda gereksinim duyar. İşte bu yüzden, böyle biri sanatçı olamaz, dense bile ben koşmaya devam ediyorum. Haruki Murakami'den bir tutku olarak koşmak ve bu tutkuyla terbiye edilen yazma eylemi üzerine eşsiz bir metin... Koşmasaydım Yazamazdım kendini "utangaç biri" olarak tanımlayan yazarın belki de en kişisel kitabı.

Acı çekmek bir seçim meselesi.

Aralarında, (yine bir koşucu olan) ağabeyinden öğrendiği beylik bir ifadeyi, koşmaya başladığı günden beri yarışlar esnasında sürekli içinden tekrarladığını söyleyen bir koşucu vardı. Pain is inevitable. Suffering is optional.

Tekrarlıyor olacağım ama, ben aslında insanlarla iletişimi iyi olan birisi değilim. Bir yerlerde kendi özüme dönmem gerekiyordu.

Yazmak istediklerimi, kendi yazmak istediğim şekliyle yazıp bu sayede sıradan bir yaşam sürdürebiliyorsam eğer, benim için eksik olan hiçbir şey kalmıyordu.

Birisinin çabalamadan elde edemeyeceği bir şeyi, başka birisi hiçbir çaba göstermese de elde edebilir.

Kırmızı ışığın yandığını görebilmek de bir talih işi sonuçta.

İnsan, ne kadar azimli ya da ne kadar yenilgiden nefret eden biri olsa da, kendi düşüncelerine uygun düşmeyen bir şeyi uzun süre sürdüremez. Diyelim ki sürdürebildi. Bu, vücudunun kötü etkilenmesine yol açabilir.

Kas yapması güç, eritmesi kolay. Etlenmesi kolay, eritmesi güç”. Fakat koşmayı tamamlayıp da biraz vakit geçince, beni bunaltan şeyleri, kendimi zavallı gibi hissetmiş olmamı unutup, sonraki sefer daha da iyi koşacağım, diyerek daha kararlı bir hale geliyorum. Ne kadar deneyim sahibi olursam olayım, yaşım ne kadar geçerse geçsin, nihayetinde her şey tekrardan ibaret.

Kaslar da, canlı hayvanlar gibi, mümkünse rahat bir yaşam sürmek istediklerinden yük bindirilmedikçe rahatlayıp belleklerini siliverirler. Hem de bir kez silinen bellek yeniden oluşturulmadıkça, aynı süreci bir kez daha en baştan tekrarlamak gerekir.

Hiç yakıtınız yoksa, altınızdaki araba ne kadar şık olursa olsun hareket etmez.

Bir şey yapmaya değerse, o şey coşkuyla (bazı durumlarda aşırıya kaçılarak) yapıldığı ölçüde değerlidir.

Yarının ne getireceğini, yarın olmadan kim bilebilir?

Söylememe hiç gerek yok ama bir hevesle işe kalkışıp tam maraton koşusunu tamamlamak mümkün değildir. Bu yüzden antrenmanlarımı doğru düzgün yaptım, aynı ciddiyetle yarışları bitirdim.

Dizin yerine konabilecek bir şey yok. Şu an sahip olduklarımla ölene kadar yetinmek zorundayım. Bu yüzden onlara gereken önemi vermeliyim.

Gerçek yaşamda işler hiç de öyle umduğumuz gibi olmuyor. Yaşamımızın bir noktasında net sonuçlar istediğimizde, kapımızı çalan, çoğu zaman elinde kötü haberle bir postacı oluyor. Postacıyı sorumlu tutmamak gerek. Adamın yakasına yapışıp sarsmanın âlemi yok. Zavallı postacı, yalnızca üstlerinden emir aldığı işi düzgünce yerine getirmeye çalışır. Ona bu işi verense, evet, bildiniz, adına realite dediğimiz.

Amaç belli olduktan sonra işler kolaylaşır.